Gökçeada... Türkiye'nin en büyük adası... Unutulmuş, bir çoğumuzun gidip görmediği bir yer... Gökçeada belki de üzerindeki askeri tesislerin büyüklüğü, mübadele sonrası ve 1960-70'lerde ülkelerine dönen Rum vatandaşlar sonrası boş kalan köylerden dolayı bir türlü hakettiği konuma gelememiş bence. 1960 yılında 5.487 Rum (%95) ve 289 Türk’ün (%5) yaşadığı adada on yılda büyük bir göç yaşanmış, 1970 yılına gelindiğinde 2.571 (%39) Rum ve 4,020 Türk (%61) yaşamaya başlamış. 1985 yılında adada yaşayan Rum sayısı 492 kişiye inmiş toplam nüfusunun ancak %6,5'u, 2009 itibariyle ise Rum nüfusu 300 kişiye kadar düşmüş.
(Ersoy Soydan'ın 21.06.08 tarihli yazısından).

Geçen hafta yaptıgımız ziyaret ile adaya üçüncü gelişim oluyor, bundan 7 ve 8 yıl önce birer kez daha gitmiştim. Ada'ya geçerken kullanılan feribottan adada bir şeylerin degiştiği hissine kapılmıştık, eskiden kullanılan balıkçı teknesinden bozma botlardan, şık klimatize ortamlı feribotlara geçilmiş. Feribotlarda yine de güverteye çıkıp temiz deniz havası almak ve martıları beslemek mümkün. Gemide simit olmadığı için tost vermek durumunda kaldık hallerinden anlaşıldığı kadarıyla martılar bu durumdan oldukça memnunlardı neredeyse elimizden kapacaklardı ekmek parçalarını.
Feribot içerisindeki yabancı turist sayısı da beni biraz şaşırttı. Gökçeada'ya yurtiçinden olmasa da yurtdışından ilgi olduğu kesin. Fakat tüm bunlara rağmen gectigimiz 8 yılda ada biraz gelişmiş, konaklanacak yer sayısı artmış olsa da Bozcaada'da yaşandığı gibi radikal bir değişiklik yok.
Gökçeada'ya gitmeden önce babam sordu adanın neyi meşhur diye ben de düşündüm düşündüm keçileri dedim! Adanın gerçekten de keçi nüfusu insan nüfusuyla rahatlıkla yarışır, Yol üzerinde, yol kenarlarında, özellikle ağaç altlarında gölgelik yerlerde hatta kısa ağaçların üzerlerinde bol bol keçi göreceğiniz kesin. Keçilerin sütünden yapılan peynirler, ve keçi eti adanın spesiyal yiyecekleri arasındalar. Bunlara ek olarak arıcılık ve zeytincilik yapılmakta, kekik balı başta olmak üzere çam ve çiçek balları yapılmakta.
Adanın keçisinden sonra bir de kedilerinin nüfusunun artmış olduğu dikkatimizi çekti. Aşağıdaki sevimli ufaklıklar diğer kardeşleri ve anneleriyle Yakamoz restorana yerleşmiş durumdalardı. Tüm köylerde ve restoranların etrafında bol bol kediye rastlamak mümkün.

Kumsallar kesinlikle birer beach club degil, bir Çeşme - Bodrum'dan oldukca farklılar, uyarmadı demeyin. Bir çok koy bakir durumda ve üzerlerinde herhangi bir tesis yok, tesisi bırakın gölge yapacak bir şemsiye de yok. En iyisi kendi şemsiyenizi ve yere yayılabilecek mat, şezlong vb. eşyalarınızı yanınızda bulundurmanız. Özellikle 2-3 günden fazla kalacaksanız kesinlikle plaj şemsiyesi almanızı öneririm yoksa gidebileceğiniz koyların sayısı oldukça azalır. Kefaloz (Aydıncık) kumsalı adanın en iyisi, alternatif olarak Laz koyu tercih edilebilir, bu iki kumsalda şezlong kiralayabilirsiniz. Laz koyu daha küçük bir koy, Kefaloz ise windsurf ve rüzgarla yapılacak diğer tüm sporlar için güzel bir yer. Biraz daha macera isteyenler adanın en batısındaki Gizli Limana gidebilirler. Buraya gelmeden yiyecek içecek ve şemsiye almayı unutmayın. Bu kumsalın geçen gelişimizde de yaşadığımızı hatırladıgım bir problemi var, kara sinekleri çok belalı, pis ısırıyorlar, denize girip fazla çıkmamakta fayda var. Aşağıda Gizli Limanı görebilirsiniz.

Eğer dalışa veya rüzgar sörfüne meraklıysanız Gökçeada'da gündüz eğleneceğiniz kesin. Yok ben yan gelir güneşin altına yatarım diyorsanız da bir çok alternatif sizi bekliyor. Trekking yapacaklar için de ada imkanlar sunuyor, hava inanılmaz sıcak olduğu için biz trekking sevdamızdan vaz geçtik fakat daha serin zamanlarda gideceklere Marmaros şelalesine yürüyüp görmelerini önerebilirim.

Bir diğer kumsal alternatifi ise Kaleköy'den çok uzaklaşmak istemeyenler için ideal olan, adanın kuzeyinde yer alan Yıldızkoy. Bu koya sabah geldiğimizde dalgalı olduğu için beğenmemiştik fakat öğlen saatlerinde bir daha uğradığımızda dalgaların durulduğunu ve ilginç kaya oluşumlarıyla şirin bir koy ortaya çıktığını gördük. Bu koyda şemsiye ve şezlong bulabilir hatta yemek yemek için kumsalın sağ ve solundaki iki alternatiften birisini seçebilirsiniz. Hem şezlong olması hem Kaleköy ve Eski/Yeni Bademli köylerine olan yakınlığı sebebiyle küçük olmasına rağmen Gökçeada standartlarına göre nispeten kalabalık bir koy.
Adada suya para vermeye, boşu boşuna bir sürü şişe alıp çöp yaratmaya gerek yok! Herhangi iki köy arasındaki hemen hemen tüm yolların üzerinde bir çeşmeye rastlamak mümkün. Oldukça kurak bir zaman olan Ağustos ortasında gitmemize rağmen bir çok çeşme faal durumdaydı su ihtiyacımızı bu şekilde daha bir ekolojik olarak giderdik.
Bu arada Gökçeada'nın tatlı su reservi olarak dünyanın en iyi durumdaki 4. adası olduğunu da belirtmek lazım. Adadaki gölet ve çeşmelerin çokluğundan da bunu anlıyorsunuz. Aşağıda adanın hemen hemen kalbinde yer alan Zeytinliköy'ün batısındaki baraj gölünü görebilirsiniz, son yılların en sıcak Ağustosunda bir ada üzerinde olduğumuz düşünülürse oldukça muazzam bir gölet.
Gece yapılabilecekler arasında yemek yemek ve içki içmek veya içki içip yemek yemek alternatifler arasında! Yemek sonrası sakin bir yerde yıldızlar izlenebilir, okey/kağıt oyunu oynanabilir, erken uyunup erken kalkılabilir, kahvelerde oturulup sohbet edilip çay içilebilir.
Ada'da en hareketli köyü olan adanın kuzey batı tarafında yer alan Kaleköy, küçük bir yazlıkçı sahil kasabasına benziyor.
Kaleköy içerisinde yer alan tahminimce adanın tek diskosu bir otel icerisinde yer alıyor. Yandaki fotoğrafta görünen Kaleköy'ün yer aldığı koyun en arkasında bu otel yer alıyor (fotoğrafın sağ üst bölümünde). Eskiden belediyeye ait bir tesis olarak hatırladıgım bu fasiliteye (Gökçeada Resort Otel) ulaşmak için Kaleköy girişinden sola dönüp askeriyenin arkasından geçip ulaşmak gerekiyor. Diskoyu gidip görme fırsatımız olmadı ama gideceklere beklentilerini düşük tutmalarını tavsiye ediyorum :)

Tavsiye edebileceğim yemek yenecek yerler arasında Yakamoz var. Burası aynı zamanda otel olarak da hizmet veriyor konaklama da mümkün, tavsiye ederim. Yukarıda ve yanda yer alan fotograflarda Yakamoz restoranı gorebilirsiniz. Kesinlikle günbatımında gidin adada günbatımını izleyebileceginiz en keyifli restorant burası. Diğer köyler ne yazık ki farklı yönlere baktığı ve denizi görmediği için günbatımında Kaleköy'ün rakibi yok. Yakamoz'da yemekler genel olarak başarılı, köftesi leziz.

Kaleköy'ün limanında da eskiye nazaran bazı degisiklikler olmuş, yeni restorantlar açılmış. Bu restorantların bazıları konaklama imkanı da sunuyorlar. Biz bu restoranlar arasında "Son Vapur"u tercih ettik. Atmosfer ve dekorasyon olarak başarılı. Mezelerden özellikle patlıcan salatasını tavsiye ediyorum, çok başarılıydı uzun süredir bu kadar güzel patlıcan salatası yememiştim. Aklımda kalan çok çok iyi veya kötü başka bir yiyecek yok, standart meze ve ara sıcaklar icerisinden istediginiz seçimi yapabilirsiniz, mutfak olarak genelde başarılılar.
Yemek yemek için bir diger tavsiyem Tepeköy'deki Barba Yorgo. Her ne kadar eski yeri daha iyi olsa da yeni yerinde de yemekler lezzetli, daha önce oldugu gibi yine işinin başında Barba Yorgo. Tepeköy eski Rum köylerinden ve özellikle Ağustos ayı ortasındaki Meryem Ana kutlamaları sebebiyle kalabalıklaşan bir yer. Yemekten sonra köy meydanına çıktığımızda meydandaki kahvelerde oturan Rumların çokluğu daha doğrusu köy meydanındaki bizden başka istisnasız herkesin Rumca konuşuyor olmasına biraz şaşırdık. Yazın Rum nüfusun 2,000 civarına ulaştığı söyleniyor (Ada toplam nüfusu 8,700).

Barba Yorgo eskiden Nevizade'deki İmroz restoranı işleten kişi, daha sonra orasını devredip 1997 yılında Gökçeada'ya geliyor ve Tepeköy'de bir taverna açıyor. Barba Yorgo'daki keçi peynirini çok beğendik özellikle sahanda yaptıkları keçi peyniri çok çok lezzetli, fotoğrafından da belli oluyordur zaten. Buna ek olarak fava güzeldi, Grek salata çok taze ve zeytinyağı bol ve güzeldi. Ana yemek olarak balık yerine fırında kuzu tavsiye ettiler yedik, güzel pişmişti canı et isteyenler tercih edebilir, etmeyenler için balık alternatifleri gününe göre değişmekte, bizim gittiğimiz gece sadece mercan ve çipura vardı.
İçki olarak Türkiye'de başka bir yerde pek göremeyeceğiniz Retsinayı deneyebilirsiniz (hemen hemen reçina diye telafuz ediliyor). İsminden ve içtiğinizde tadından da şüpheleneceğiniz gibi bu şarabın içinde az miktarda çam reçinesi bulunuyor. Bu şarap sofra şarabı kalitesinde, az alkollü ve içerisinde bulunan çam reçinesinden dolayı farklı bir aromaya sahip bir şarap. Bundan iki-üç bin yıl öncelerine dayanan bir geleneğe göre Yunanlılar şarapların saklandıgı kapları, havayla teması ve şarabın sızmasını engellemek için reçineyle kaplarlamış. Biraz ekşimsi ve farklı aroması olduğu için herkes beğenmeyebilir. Özellikle tavernaların vazgeçilmez içkisi öğlenleri soğuk alkollü bir şey içmek isteyip rakı/uozuyo sıcakta içip beyin kanaması yaşamak istemeyenler ve de biraya alternatif arayanlar deneyebilir. Bu şarabı kırmızı etle de içebilirsiniz.
Barba Yorgo ile ilgili daha fazla bilgi almak isteyenler
websitesine buradan ulaşabilirsiniz.
Bol bol deniz, güneş, kum, çakıl, rüzgar, keçi, kedi ve mezelerle dolu 5 günlük bir Gökçeada tatili sonrası bu sefer eski feribotlardan olan Avşa Adası Ro-Ro'suna binip Gökçeada'ya veda ediyoruz.