Sayfalar

13 Ekim 2010 Çarşamba

Turquazoo (İstanbul Forum)



Biraz geç de olsa sonunda gidip Turquazoo'yu ziyaret edebildik. Ülkemizde hayvanat bahçelerinin durumu göz önüne alındığında gayet başarılı bir yer olmuş, hem büyükler hem çocuklar oldukça keyif alarak geziyorlardı içeride. Dalış yapmadan bu kadar çeşitli balığı bu kadar yakından görüp böyle bir atmosferde yer almak mümkün olmaz herhalde.

Çok fazla söze gerek yok, bu dev akvaryumlar topluluğunu en iyi fotoğraflar anlatır, ben bir seçki sunayım içeride görebileceğiniz canlılardan. Kalanlarını da siz gidin görün :)
Üstte görülen egzotik ve zehirli aslan balığından hamsiye kadar bir çok çeşidi görmek mümkün.

Altta fotoğrafını görebileceğiniz leopar vatoz Turquazoo'da görebileceğiniz renkli simalarından :)


Fotoğrafçılığa meraklı olanlar için de iyi bir destinasyon burası, rahat rahat çekim yapacak vaktiniz oluyor.
Gördüğüm kadarıyla kışın hafta içi öğrencilerin ziyaretleri oluyor, hafta sonu öğleden sonra da kalabalık, en iyisi hafta sonu sabahtan veya hafta içi akşamüstü gitmek.
Turquzoo sergi alanı içerisinde her bir akvaryum yanındaki panolarda canlılarla ilgili temel bazen de ilginç bilgiler yer alıyor, örneğin bu güne kadar piranha saldırısında ölen olmamış!


Dünyanın farklı bölgelerinden getirilen balıklar ve çeşitli deniz canlıları için uygun yaşam alanları yaratılmış, doğal mercanlar ise koruma altında olmaları ve ticaretleri yasak olduğu için yapay alternatifler üretilmiş. Bazı yerlerde doğal ağaç yerine ağaç görünümlü boyalı beton vb. malzemeler kullanılmış olması bazen göze batsa da, balıklar için uygun ortamlar yaratılmış.
Görmeyenlere bir fırsat yaratıp gidip görmelerini tavsiye ediyorum. Yürüyerek gezmenin dışında 175 TL verilip dalış da yapılabiliyormuş bu dev akvaryumun içerisinde.
Detaylı bilgi için Turquazoo websitesine buradan ulaşabilirsiniz.

GA

12 Ekim 2010 Salı

Magic Ice (Forum Istanbul)

Haftasonu İstanbul Forum AVM içerisinde yer alan Magic Ice müzesi / sergisine gittik. Saat öğlen bir civarı olmasına ve Cumartesi günü olmasına rağmen içerisi oldukça sakindi, biz girdiğimizde bizden başka kimse yoktu. Bu kadar boş olmasından da tahmin edilebilecegi üzere aslında çok başarılı bir aktivite değil. Belki yaz sıcağında -5 dereceye sogutulmuş bu müzeye girmek ilginc olabilirmiş ama havalar bu kadar soğumuşken  bana pek cazip gelmedi!


Sergi nispeten küçük bir alanda hazırlanmış ve az sayıda buzdan heykel içeriyor. Sergide özel mavi buz kullanıldığı söyleniyor, doğru olabilir ama zaten sergi içerisinde yoğun şekilde kullanılan mavi ışıklar sayesinde maviden başka bir renk görmeniz, mavi buzun içerisindeki tonları ayırt etmeniz pek mümkün değil :)

Müzenin konsepti Vikingler, müzeyi gezerek Vikinglerin yaşayışı ile ilgili biraz bilgi sahibi olmak mümkün ama fazla bir şey beklemeyin. Müzenin verdiği belki de en önemli bilgi 1100'lü yıllarda İstanbul'a bir sefer yaptıkları rivayet edilen Vikinler ve liderleri Halvdan ile ilgiliydi... Ünlü Viking lideri Halvdan'ın Ayasofya'nın duvarına "Halvdan burada idi" diye kazımış olduğunu öğrenmek ve Vikingler de Türk müydü acaba diye düşüncelere sürüklenmek ilginçti...

Konseptin ilgi çekici olması ve Türkiye'de bu tarz başka bir müze olmaması Magic Ice'ın artıları fakat kısıtlı bir alanda yer alması ve az sayıda buzdan heykel içermesi  sebebiyle buraya bir müze demek doğru mu bilemiyorum.

Sergi alanında dolaşmak haricinde orta karar bir fotoğraf makinesi ile fotoğrafınızı çektirebilirsiniz (yazının sonundaki resim) veya serginin bence en başarılı bölümü olan buzdan bara geçip buz bardaklarda birer shot meyve suyu içebilirsiniz!

Yine İstanbul Forum AVM icerisinde eğer görmediyseniz önce Turquazoo'ya gitmenizi tavsiye ederim daha çok keyif alacağınızı düşünüyorum. Ancak hava sıcaksa ve buz barda biraz meyve suyu içip serinlemek isterseniz Magic Ice'ı ziyaret etmek gayet mantıklı olabilir.

İlgilenenler www.magicice.com.tr sitesinden sergi ile ilgili detaylı bilgi alabilirler.



GA

28 Eylül 2010 Salı

Fish...

Balık ve deniz mahsülü sevenler hemen bir fırsat bulup Bebek Fish...'e gidin.

Kısa bir özet geçmek gerekirse:
- Zengin bir menü var, neredeyse tüm alternatiflere özen gösterilmiş çok lezzetliler,
- Hem klasik hem de standardın dışında seçenekler var,
- Servis elemanları gayet başarılı, yoğunluk olmasına rağmen gayet iyi servis verdiler,
- Fiyatlar ise yemek kalitesi ve Boğaz'da bir balıkçıda olduğumuz düşünülürse makul.

Masaya ilk olarak üstteki resimde de görebileceğiniz minik susamlı pideler eşliğinde somonlu tereyağı ve damak zevkinize göre içerisindeki sarımsağı ezebileceğiniz mini havan içerisinde baharatlı zeytinyağı geliyor. Sıcacık pidelerin somonlu tereyağı ve sarımsaklı zeytinyağı ile lezzetleri mükemmel fakat hemen pideleri yiyip karnınızı doyurmayın! Sofraya getirilen beyaz peynir de tam rakılık oldukça lezzetli bir koyun peyniriydi en azından mezelerle birlikte rakı alınabilir beyaz şarapla devam edilebilir. Sofrada ilgimizi çeken detaylar arasında normal tuz veya deniz tuzu yerine pembe Himalaya tuzu ve lemon-scented tuz  bulunmasıydı. Himalaya tuzunun lezzetini normal tuzdan pek ayırt edemedim açıkçası ama lemon-scented tuz oldukça farklıydı ve balıkla oldukça güzel oldu, diğer yemeklere ise pek tuz atma ihtiyacı olmadı.


Shitake Mantarlı Ispanak (Kökü)
Denediğimiz mezelerden tavsiye edeceklerim midye dolma, baharatları dengeli pirinc kıvamında pişirilmiş. Kılıç balığı carpaccio çok lezzetli, başka yerlerde denediğim deniz mahsüllü örneğin ahtapot carpaccio'dan çok daha leziz. Balıkçılarda artık stanrdart hale gelmeye başlayan levrek marine de burada çok özenli hazırlanmış, sosu ve altındaki marine soğanları ile çok lezzetliydi. Fava orta karar, soya filizli deniz börülcesi fena değildi. Shitake mantarlı ıspanak kökü bana biraz yavan geldi ama zannedersem problem ıspanak kökünün genel olarak çok lezzetli bir sebze olmamasıydı :) tabaktaki soya soslu mantarlar gayet iyiydi!
Mezelerin porsiyonları (midye dolması hariç) standart meyhane ve balıkçılara kıyasla daha büyük ve doyurucuydu.  

Kılıç Balığı Carpaccio
 Arasıcak olarak ahtapot şiş çok lezzetli hafif tatlı bir sosla pişirilmiş oldukça kalın ahtapot kollarını çok iyi yumuşatmışlar. Uzun süredir düzgün ahtapot yememiştik çok iyi oldu, Mikanos'takiler gelip öğrensin ahtapot hazırlamayı, Nikos Taverna'dakiler size diyorum! Denediğimiz diğer arasıcak olan kalamar dolması ise anladığım kadarıyla bol közlenmiş patlıcan biraz kaşar ve tatlı kırmızı biber ile doldurulmuş. Kalamar kısmı yumuşak çok iyi pişirilmiş, közlenmiş patlıcan ise sanki kalamara pek bir değer katamamış örneğin kaymak ve ekmek kadayıfı gibi 1+1=3  (hatta 4!) değil de sadece 2 olmuş. Geldiği gibi yuttuğum için arasıcakların fotoğraf çekememişim şimdilik hayal etmekle yetinmeniz lazım, bir daha ki sefere fotoğraf da ekleyecegim :)


Balık olarak standart çipura ve levrek yememize rağmen onlar da çok güzel temizlenmiş kıvamında pişirilmiş yağlı balıklardı, belli ki ihtimam gösterilmiş, pişirilmeden güzelce yağlanmışlar. 

Bu kadar yemeğin üstüne insan olan bir de tatlı yemezdi ama biz yedik! Dondurmalı Helva Bomba isimli bu güzide tatlımız dondurmalı, tahin helvalı, çikolata soslu bir bomba! Çok lezzetli ve ilginç şekilde tahmin ettiğimden hafifti, gayet kolay yeniyor, bir tadına bakiyim derken bitirivermişim! Midenizde yer kalırsa mutlaka deneyin.

Balık yemek için İstanbul'daki en iyi adreslerden birisi, gönül rahatlığıyla gidebilirsiniz biz yakında yine gideceğiz.

Fish... Bebek merkezde yolun deniz tarafında değil kara tarafında Bebek Caddesi üzerinde yer alıyor, girişi ise cadde tarafında degil 3-4 metre sokak  içinde. Detaylar için Fish...'in websitesine buradan ulaşabilirsiniz.
Reservasyon için telefon no: 212- 257 73 61.  

Afiyet olsun,
GA

6 Eylül 2010 Pazartesi

Abracadabra!

Geçtigimiz haftalarda uzun süredir methini duymakta olduğum Arnavutköy'deki Abracadabra'ya gitme fırsatı bulduk. Mekan sahil yolunda Arnavutköy iskelesinin karşısında yer alan bordo renkli yalı içerisinde hizmet veriyor. Erken saatte gittiğimiz ve hava sıcak olduğu için terasta güneş altında oturmak yerine giriş katında gölgede oturmayı tercih ettik. Her ne kadar denizle aramızda dört şeritli bir yol olsa da fazla trafik olmadığı için güzel bir atmosferde yemek yiyebildik. Üst katlardan Boğaz ve Boğaz Köprüsü manzaraları var, kışın gidecekseniz pencere kenarı yer bulursanız çok daha iyi olur.


Mutfak füzyon mutfağı mönü genel olarak Türk ve Lübnan mutfağı lezzetlerinin Uzakdoğu etkileri altındaki yaratıcı versiyonlarından oluştuğu söylenebilir.
Başlangıç / mezelerden denediğimiz, beğendiğimiz somonlu çiğ köfteyi tavsiye ederim, oldukça orjinaldi ve soya sosuyla başarılı oldu, wasabiyle birlikte çiğ köftenin baharat oranı biraz yükseliyor wasabiyi kullanırken dikkat edin.
Ördekli muska böreği sade olmakla birlikte ördek eti sayesinde lezzetliydi. Falafel güzeldi, klasikti içerisinde farklı bir malzeme yoktu.
Falafel yurdumuzda çok yaygın değil ama damak tadımıza gayet uygun, falafel yediyseniz yenilik arıyorsanız başka bir şey deneyebilirsiniz, ben falafel severim İstanbul'da güzel falafel bulamıyorum derseniz yiyin pişman olmazsınız :)
Yediğimiz mezelerden bir diğeri olan tahinli fava, humusa yakın kıvamda, lezzet olarak ise humustan daha hafif bir meze olmuş. Yorumlanmış bu tahinli favanın klasik favayla tad olarak pek benzerliği yok, bakla veya dereotu tadı yok, favadan ziyade humusun bir versiyonu gibiydi. Evde de deneyip bakmak lazım tadına, bakalım evde nasıl olacak.

Ana yemek denemedik bir daha ki sefere meze/başlangıç yerine ana yemek denemeyi planlıyoruz. Ana yemekler arasında deniz mahsüllerinden seçim yapacağız büyük ihtimalle.

Tatlı olarak ise "Uykusuz Her Gece Tatlısı" biberli çikolataları ile çok lezzetliydi, kesinlikle deneyin.

Normal şartlarda alkollü içecekli iki kişilik bir yemek sonrası 130-140 TL civarında bir hesap gelecektir. Kadeh şarap 12 TL,  başlangıçlar 7-16 TL, ana yemek 25 TL civarı.

Farklı lezzetler peşindeyseniz gidip deneyin tavsiye ediyorum.

Reservasyon yaptırıp gitmekte fayda var, öğlen saatleri de kalabalık oluyormuş, belki haftaiçi akşam sakin olabilir. Abracadabra websitesine bu linkten ulaşabilirsiniz. Tel: (0212) 358 60 87
Afiyet olsun,

GA

25 Ağustos 2010 Çarşamba

Gökçeada Günlükleri

Gökçeada... Türkiye'nin en büyük adası... Unutulmuş, bir çoğumuzun gidip görmediği bir yer... Gökçeada belki de üzerindeki askeri tesislerin büyüklüğü, mübadele sonrası ve 1960-70'lerde ülkelerine dönen Rum vatandaşlar sonrası boş kalan köylerden dolayı bir türlü hakettiği konuma gelememiş bence. 1960 yılında 5.487 Rum (%95) ve 289 Türk’ün (%5) yaşadığı adada on yılda büyük bir göç yaşanmış, 1970 yılına gelindiğinde 2.571 (%39) Rum ve 4,020 Türk (%61) yaşamaya başlamış. 1985 yılında adada yaşayan Rum sayısı 492 kişiye inmiş  toplam nüfusunun ancak %6,5'u, 2009 iti­ba­riy­le ise Rum nüfusu 300 ki­şi­ye ka­dar düş­müş. (Ersoy Soydan'ın 21.06.08 tarihli yazısından).


Geçen hafta yaptıgımız ziyaret ile adaya üçüncü gelişim oluyor, bundan 7 ve 8 yıl önce birer kez daha gitmiştim. Ada'ya geçerken kullanılan feribottan adada bir şeylerin degiştiği hissine kapılmıştık, eskiden kullanılan balıkçı teknesinden bozma botlardan, şık klimatize ortamlı feribotlara geçilmiş. Feribotlarda yine de güverteye çıkıp temiz deniz havası almak ve martıları beslemek mümkün. Gemide simit olmadığı için tost vermek durumunda kaldık hallerinden anlaşıldığı kadarıyla martılar bu durumdan oldukça memnunlardı neredeyse elimizden kapacaklardı ekmek parçalarını.

Feribot içerisindeki yabancı turist sayısı da beni biraz şaşırttı. Gökçeada'ya yurtiçinden olmasa da yurtdışından ilgi olduğu kesin. Fakat tüm bunlara rağmen gectigimiz 8 yılda ada biraz gelişmiş, konaklanacak yer sayısı artmış olsa da Bozcaada'da yaşandığı gibi radikal bir değişiklik yok.

Gökçeada'ya gitmeden önce babam sordu adanın neyi meşhur diye ben de düşündüm düşündüm keçileri dedim! Adanın gerçekten de keçi nüfusu insan nüfusuyla rahatlıkla yarışır, Yol üzerinde, yol kenarlarında, özellikle ağaç altlarında gölgelik yerlerde hatta kısa ağaçların üzerlerinde bol bol keçi göreceğiniz kesin. Keçilerin sütünden yapılan peynirler, ve keçi eti adanın spesiyal yiyecekleri arasındalar. Bunlara ek olarak arıcılık ve zeytincilik yapılmakta, kekik balı başta olmak üzere çam ve çiçek balları yapılmakta.   

Adanın keçisinden sonra bir de kedilerinin nüfusunun artmış olduğu dikkatimizi çekti. Aşağıdaki sevimli ufaklıklar diğer kardeşleri ve anneleriyle Yakamoz restorana yerleşmiş durumdalardı. Tüm köylerde ve restoranların etrafında bol bol kediye rastlamak mümkün.


Kumsallar kesinlikle birer beach club degil, bir Çeşme - Bodrum'dan oldukca farklılar, uyarmadı demeyin. Bir çok koy bakir durumda ve üzerlerinde herhangi bir tesis yok, tesisi bırakın gölge yapacak bir şemsiye de yok. En iyisi kendi şemsiyenizi ve yere yayılabilecek mat, şezlong vb. eşyalarınızı yanınızda bulundurmanız. Özellikle 2-3 günden fazla kalacaksanız kesinlikle plaj şemsiyesi almanızı öneririm yoksa gidebileceğiniz koyların sayısı oldukça azalır. Kefaloz (Aydıncık) kumsalı adanın en iyisi, alternatif olarak Laz koyu tercih edilebilir, bu iki kumsalda şezlong kiralayabilirsiniz. Laz koyu daha küçük bir koy, Kefaloz ise windsurf ve rüzgarla yapılacak diğer tüm sporlar için güzel bir yer. Biraz daha macera isteyenler adanın en batısındaki Gizli Limana gidebilirler. Buraya gelmeden yiyecek içecek ve şemsiye almayı unutmayın. Bu kumsalın geçen gelişimizde de yaşadığımızı hatırladıgım bir problemi var, kara sinekleri çok belalı, pis ısırıyorlar, denize girip fazla çıkmamakta fayda var. Aşağıda Gizli Limanı görebilirsiniz. 

Eğer dalışa veya rüzgar sörfüne meraklıysanız Gökçeada'da gündüz eğleneceğiniz kesin. Yok ben yan gelir güneşin altına yatarım diyorsanız da bir çok alternatif sizi bekliyor. Trekking yapacaklar için de ada imkanlar sunuyor, hava inanılmaz sıcak olduğu için biz trekking sevdamızdan vaz geçtik fakat daha serin zamanlarda gideceklere Marmaros şelalesine yürüyüp görmelerini önerebilirim.

Bir diğer kumsal alternatifi ise Kaleköy'den çok uzaklaşmak istemeyenler için ideal olan, adanın kuzeyinde yer alan Yıldızkoy. Bu koya sabah geldiğimizde dalgalı olduğu için beğenmemiştik fakat öğlen saatlerinde bir daha uğradığımızda dalgaların durulduğunu ve ilginç kaya oluşumlarıyla şirin bir koy ortaya çıktığını gördük. Bu koyda şemsiye ve şezlong bulabilir hatta yemek yemek için kumsalın sağ ve solundaki iki alternatiften birisini seçebilirsiniz. Hem şezlong olması hem Kaleköy ve Eski/Yeni Bademli köylerine olan yakınlığı sebebiyle küçük olmasına rağmen Gökçeada standartlarına göre nispeten kalabalık bir koy.



Adada suya para vermeye, boşu boşuna bir sürü şişe alıp çöp yaratmaya gerek yok! Herhangi iki köy arasındaki hemen hemen tüm yolların üzerinde bir çeşmeye rastlamak mümkün. Oldukça kurak bir zaman olan Ağustos ortasında gitmemize rağmen bir çok çeşme faal durumdaydı su ihtiyacımızı bu şekilde daha bir ekolojik olarak giderdik.

Bu arada Gökçeada'nın tatlı su reservi olarak dünyanın en iyi durumdaki 4. adası olduğunu da belirtmek lazım. Adadaki gölet ve çeşmelerin çokluğundan da bunu anlıyorsunuz. Aşağıda adanın hemen hemen  kalbinde yer alan Zeytinliköy'ün batısındaki baraj gölünü görebilirsiniz, son yılların en sıcak Ağustosunda bir ada üzerinde olduğumuz düşünülürse oldukça muazzam bir gölet.

Gece yapılabilecekler arasında yemek yemek ve içki içmek veya içki içip yemek yemek alternatifler arasında! Yemek sonrası sakin bir yerde yıldızlar izlenebilir, okey/kağıt oyunu oynanabilir, erken uyunup erken kalkılabilir, kahvelerde oturulup sohbet edilip çay içilebilir.

Ada'da en hareketli köyü olan adanın kuzey batı tarafında yer alan Kaleköy, küçük bir yazlıkçı sahil kasabasına benziyor.

Kaleköy içerisinde yer alan tahminimce adanın tek diskosu bir otel icerisinde yer alıyor. Yandaki fotoğrafta görünen Kaleköy'ün yer aldığı koyun en arkasında bu otel yer alıyor (fotoğrafın sağ üst bölümünde). Eskiden belediyeye ait bir tesis olarak hatırladıgım bu fasiliteye (Gökçeada Resort Otel) ulaşmak için Kaleköy girişinden sola dönüp askeriyenin arkasından geçip ulaşmak gerekiyor. Diskoyu gidip görme fırsatımız olmadı ama gideceklere beklentilerini düşük tutmalarını tavsiye ediyorum :)


Tavsiye edebileceğim yemek yenecek yerler arasında  Yakamoz var. Burası aynı zamanda otel olarak da hizmet veriyor konaklama da mümkün, tavsiye ederim. Yukarıda ve yanda yer alan fotograflarda Yakamoz restoranı gorebilirsiniz. Kesinlikle günbatımında gidin adada günbatımını izleyebileceginiz en keyifli restorant burası. Diğer köyler ne yazık ki farklı yönlere baktığı ve denizi görmediği için günbatımında Kaleköy'ün rakibi yok. Yakamoz'da yemekler  genel olarak başarılı, köftesi leziz. 



Kaleköy'ün limanında da eskiye nazaran bazı degisiklikler olmuş, yeni restorantlar açılmış. Bu restorantların bazıları konaklama imkanı da sunuyorlar. Biz bu restoranlar arasında "Son Vapur"u tercih ettik. Atmosfer ve dekorasyon olarak başarılı. Mezelerden özellikle patlıcan salatasını tavsiye ediyorum, çok başarılıydı uzun süredir bu kadar güzel patlıcan salatası yememiştim. Aklımda kalan çok çok iyi veya kötü başka bir yiyecek yok, standart meze ve ara sıcaklar icerisinden istediginiz seçimi yapabilirsiniz, mutfak olarak genelde başarılılar. 

Yemek yemek için bir diger tavsiyem Tepeköy'deki Barba Yorgo. Her ne kadar eski yeri daha iyi olsa da yeni yerinde de yemekler lezzetli, daha önce oldugu gibi yine işinin başında Barba Yorgo. Tepeköy eski Rum köylerinden ve özellikle Ağustos ayı ortasındaki Meryem Ana kutlamaları sebebiyle kalabalıklaşan bir yer. Yemekten sonra köy meydanına çıktığımızda meydandaki kahvelerde oturan Rumların çokluğu daha doğrusu köy meydanındaki bizden başka istisnasız herkesin Rumca konuşuyor olmasına biraz şaşırdık. Yazın Rum nüfusun 2,000 civarına ulaştığı söyleniyor (Ada toplam nüfusu 8,700).

Barba Yorgo eskiden Nevizade'deki İmroz restoranı işleten kişi, daha sonra orasını devredip 1997 yılında Gökçeada'ya geliyor ve Tepeköy'de bir taverna açıyor. Barba Yorgo'daki keçi peynirini çok beğendik özellikle sahanda yaptıkları keçi peyniri çok çok lezzetli, fotoğrafından da belli oluyordur zaten. Buna ek olarak fava güzeldi, Grek salata çok taze ve zeytinyağı bol ve güzeldi. Ana yemek olarak balık yerine fırında kuzu tavsiye ettiler yedik, güzel pişmişti canı et isteyenler tercih edebilir, etmeyenler için balık alternatifleri gününe göre değişmekte, bizim gittiğimiz gece sadece mercan ve çipura vardı.
İçki olarak Türkiye'de başka bir yerde pek göremeyeceğiniz Retsinayı deneyebilirsiniz (hemen hemen reçina diye telafuz ediliyor). İsminden ve içtiğinizde tadından da şüpheleneceğiniz gibi bu şarabın içinde az miktarda çam reçinesi bulunuyor. Bu şarap sofra şarabı kalitesinde, az alkollü ve içerisinde bulunan çam reçinesinden dolayı farklı bir aromaya sahip bir şarap. Bundan iki-üç bin yıl öncelerine dayanan bir geleneğe göre Yunanlılar şarapların saklandıgı kapları, havayla teması ve şarabın sızmasını engellemek için reçineyle kaplarlamış. Biraz ekşimsi ve farklı aroması olduğu için herkes beğenmeyebilir. Özellikle tavernaların vazgeçilmez içkisi öğlenleri soğuk alkollü bir şey içmek isteyip rakı/uozuyo sıcakta içip beyin kanaması yaşamak istemeyenler ve de biraya alternatif arayanlar deneyebilir. Bu şarabı kırmızı etle de içebilirsiniz.
Barba Yorgo ile ilgili daha fazla bilgi almak isteyenler websitesine buradan ulaşabilirsiniz.

Bol bol deniz, güneş, kum, çakıl, rüzgar, keçi, kedi ve mezelerle dolu 5 günlük bir Gökçeada tatili sonrası bu sefer eski feribotlardan olan Avşa Adası Ro-Ro'suna binip Gökçeada'ya veda ediyoruz.

4 Ağustos 2010 Çarşamba

Yarım günde Selanik


Vizesiz Yunanistan cruise turumuzun (İzmir çıkışını) saymazsak ilk gününde Selanik'teyiz.

Selanik, Yunanistan'ın ikinci büyük şehri Thessaloniki'yi gemimizin adadan erken ayrılacagını bilmenin gazıyla yarım günde gezdik. Ziyaret edecekler için tavsiyem 1 günden fazla ayırmamaları, bu süre yeterli olacaktır.

Selanik limanda kordon boyundan yürüyerek Beyaz Kale'ye ulaşıyoruz, 15 dakikalık bir sabah yürüyüşü  iyi oldu.

Beyaz kale ve arkeoloji müzesi aldıgımız duyumlara göre Selanik'in en görülesi yerleriymiş.


Biz beyaz kale ziyaretini takiben üniversitenin yanından sola dönerek denizi arkamıza alıp elimizdeki krokilere göre Atatürk'ün doğduğu evin ve Türkiye konsolosluğunun olduğu bölgeye doğru harekete geçiyoruz.

Büyük bir üniversite kampüsünün yanından yürüyerek yolda Snopy hastanesinde durup hasta ziyareti yaptıktan sonra yola devam ediyoruz.

Yine çok yorucu olmayan ama bol bol su molası verdigimizden dolayı nispeten uzun bir yürüyüşü takiben Atatürk evine ulaşıyoruz.

Girişte kapıda çok beklediğimiz ve içeriye sesimizi duyuramadığımız için Konsolosluk görevlilerine ulaşabilmek için eldeki imkanlarla oluşturduğumuz vuvuzelaların sesinden faydalanıyoruz!


Atatürk evinden dönerken yolda Aya Sofya kilisesine girip biraz serinledikten sonra balık pazarına dogru yola çıkıyoruz.
Yolda Venizelos ile biraz takıştıktan ve bir frozen yoghurt sonra meşhur balık pazarına ulaşıyoruz...
Tabi ki Amerikalılara filan çok otantik gelen bu meshur balık pazarı bize pek yeni bir şey ve sürpriz sunmuyor. Belki Mısır çarşısının cok küçüğü diyebileceğimiz bir ortam var. Taze kesilmiş etler ve balıklar, sıcağın da etkisiyle pek hoş olmayan bir koku yayarlarken pazarı hızlıca geçip kokuya rağmen  kapanmayan iştahımız sebebiyle yemek yiyecek bir yer bakıştırıyoruz. Pazardan çıkmadan yarım kilo da İstanbul'da bulunmayan en büyüğünden az tuzlu kalamata zeytini önünde alıp almam konusunda 5 dakika düşündükten sonra almaya karar verip yola devam ediyoruz. Tatil öncesi Selanik'te yemek yenecek yer arastırmadıgımız icin gözümüze bir yer kestirip oturuyoruz.


Tatilimizin bu ilk gününde  tahmin etmek zor olsa da, ilk gün yedigimiz bu yemek belki de bu tur boyunca dışarıda yediğimiz yemekler arasında en lezizi oldu. Balık pazarının yakınlarında  olan "Frutti di Mare" http://www.fruttidimare.gr restoranından memnun kaldık tavsiye ederim, adresi Komninon 20. Biz ogle yemegi icin bir seyler atistirdik ama gerek servis kalitesi, gerek sunum ve yemek lezzeti olarak rahatlıkla akşam da tercih edilebilir. Fiyatlar da makul. Soğan ve baharatlarla soslanmış fener  balığı yedik menudeki pahalı yiyeceklerden olmasına karsın 9€ civarıydı.

İzmirli arkadaşların da onaylarıyla Selanik'in İzmir'e benzedigine ve sahil şeridinin İzmir Kordon'a benzediğine emin olduktan sonra gemimize dönüp diğer limana (Pire) doğru yola koyulmayı bekliyoruz.

1 Ağustos 2010 Pazar

Egg & Burger

Bir çok websitesinde görüp genelde olumlu yorumlar okudugum Teşvikiye Cami'nin arka sokağındaki burgerci Egg & Burger'e dün akşamüstü gitme fırsatı bulduk. Küçük, kompakt bir mekan, american ikonları ile kırmızı beyaz renklerde "Diner" konseptiyle dekore edilmiş. Tahminimden fazla çeşit olan menüden Cheeseburger ısmarladık ve oldukça aç oldugumuz için sabırsızlanarak beklemeye başladık. Burgerlere ek olarak mozerella stick, onion rings gibi kızarmış atıştırmalıklar, frankfurter gibi lezzetler de denenebilir. Yumurtalı ürünlerini ise bir daha ki ziyaretimize bıraktık. Menüde bizi en çok şaşırtan şey ise makarnalardı, american burger joint / diner ve italyan makarnaları! Hepsini deneme fırsatı olmadı tabi ama belki daha kısıtlı bir menuye konsantre olunabilir, bu kadar ufak bir mekanda hepsine özen gösterilebilmesi, iyi bir lezzet yakalanması zor diye dusunuyorum.

Gelelim burgerlere... Garsonun iki cheeseburger mi bir tane mi sorusundan da şüphelendiğimiz üzere burgerlerin boyutları oldukça büyük ve doyurucu. Fakat cheeseburgeri  begendigimi soyleyemeyecegim. cok kalın olmamakla birlikte yoğun hamurlu bir hamburger ekmeği arasında ince kesilmiş kızartılmış patatesler (curly cips de denebilir) yığını ile nişasta dışında bir lezzet yakalamam pek mumkun olmadı. Burgerle ilgili artı ve eksilere gelince...
+ Köftenin nasıl pişmesi istendiği soruldu, et kurutulmadan geldi, et konusunda başarılılar
+ Porsiyon kesinlikle doyurucu ve tatminkar
- Burger icinde soğan ve turşu yok? ilginc, çok önemli olmasa da bence bir eksiklik
- Burger icinde patates cipsi diyebilecegim kalınlıkta oldukça ciddi miktarda fries var?? bu daha da ilginc ve ne yazık ki burgerin tadından çalıyor, ekmek arası patetes yiyor gibi hissediyorsunuz kendinizi, her yer nişasta! Burgerin yanında gelen patetesler daha lezzetli ve yeterli bence.
- Cheeseburgerin peyniri ne yazık ki bu büyük burgerin icinde kaybolmuş gitmiş, herhangi bir peynir tadı yakalamak oldukça zor, kesinlikle bir dilim daha peynir koymaları lazım.
- Burgerin icindeki yesillikler pek canlı degildi.

Fiyatlar bir öğle yemegi için pahalı (ör. cheeseburger 19 TL), ortam olarak da bir akşam yemeği için bence pek uygun degil.

Belki de ben yuksek beklentilerle gittigim icin burgerden pek memnun kalmadım, istanbulun en iyi hamburgeri diyenler vardı, siz de deneyin yorumlarınızı yazın. Denemek isteyenler Teşvikiye caddesindeki Teşvikiye caminin alt köşesinden sağa aşağıya dönüp bir sokak ileride solda köşede bulabilirler mekanı, kontakt bilgileri:
Ahmet Fetgari Sk38/A Teşvikiye ; Tel: 296 96 33


Bir daha gidersem menuden diger lezzetleri deneyecegim burger yersem de icindeki patatesleri kesinlikle çıkarttıracagım, ete yazık olmuş, galiba sote soganli bir burgerleri vardı, onu patatessiz ve ekstra peynirle denemek iyi olabilir.

Bir süre daha evde burger yapmaya devam etmek lazım galiba...


GA

Hoşgeldiniz

Sayfama hoşgeldiniz, isimden de anlaşılabilecegi gibi temel olarak gezi, restoranlar, kafeler, yemekler üzerine bir blog, fırsat buldukça yeni / eski tecrübelerimden paylaşacagım..
GA